YAKARAK YIKARAK GEÇMİŞİ YOK EDECEĞİNİ ZANNETMEK

Sovyetler döneminde Abhazya üniter Gürcistan’ın komünist kolonisiydi. Tiflis metropolünün Abhazya’daki sömürge rejimi, sömürge baskısının müstesna etnik Abhazlara karşı olması ile benzer totaliter yapı şekillerinden farklıydı. XX. yüzyılın 30’lı yıllarında Abhazya’da Abhaz halkının en bilinçli ve eğitimli kesimi kurşuna dizilmiştir. Abhaz alfabesi Gürcüce ile değiştirilmiş, Abhaz okulları Gürcü adıyla yeniden oluşturulmuş ve okullarda Abhaz tarihi dersi kesinlikle yasaklanmıştır. Abhaz toponomisi tamamen Gürcüleştirilmiştir. Abhazya tarihi tahrif edilmiş ve Gürcistan tarihinin parçası haline getirilmiştir. Abhaz ad ve soyadları Gürcüce şekillendirilmiştir. En önemlisi Abhazya’ya bilhassa Gürcistan’ın iç ve batı bölgelerinden çok sayıda Gürcü’nün göçü (bu amaçla özel olarak kurulan “Abhazpereselenstroy” tröstü vasıtasıyla) organize edilmiştir. Tüm Sovyetler Birliği var gücüyle faşizmle savaşırken ve tüm kaynakları cepheye yönlendirirken, Abhazya’da Gürcü sömürgeleştirmesi devam etmiştir. Gürcistan’dan göç edenlere evler inşa edilmiş ve döneme göre rahat yaşam şartları oluşturulmuştur. Sömürgeleştirme süreci artık daha açık şekillerde 1992 yılına kadar devam etmiştir. Sömürge hükümeti Abhazların asimile edilmesi için her şeyi yapmış, bunun sonucunda Abhazlar kendi ülkelerinde azınlığa düşmüştür. XX. yüzyılın 80’li yıllarında Abhazlar ülkenin toplam nüfusunun yüzde 17’ne tekabül etmiştir.  

Gürcistan’ın Abhazya’daki tüm sömürge ideolojisi 1992-1993 yıllarında Gürcülerin Abhazlara karşı saldırı savaşı ile doruğa ulaşmıştır. Bu savaşın da kendine has özelliği vardır. Konu şu ki, Abhazya’nın Gürcistan tarafından planlı olarak demografik benimsenmemesi sonucunda savaşın başladığı dönemde Abhazya topraklarında neredeyse tüm yerleşim birimlerindeki Gürcülerin sayısı nüfusun diğer etnik gruplarının – Abhazlar, Ermeniler, Ruslar, Yunanlar, Yahudiler ve diğerlerinin toplamına eşitti. Abhazya’daki Gürcü diasporası yoğun milliyetçi propaganda temelinde (kimi gönüllü, kimi cebri) “Beşinci kolordu” olarak silahlanmış ve Tiflis işgal kuvvetlerini destekleyerek savaşa katılmıştır. Bu “vatan hainleri”, komşularına, tanıdıklarına, meslektaşlarına, vatandaşlarına karşı savaşmıştır. Böylece Abhazya’da 14 ay boyunca komşu katliamı iç savaş yaşanmıştır. Gürcü ordusu başkomutanı Georgiy Karkaraşvili’nin tüm Abhazların yok edilmesi için yüz bin Gürcü’nün hayatını feda etmeye hazır olduğu sözleri Gürcü işgal kuvvetlerinin bu savaştaki davranışının acımasızlığı ve insanlık dışılığının göstergesidir.

Savaş savaştır. Savaş daima acımasız, adaletsiz ve suçtur. Fakat bu savaşta tüm savaşlar, tüm zamanlarda eşi benzeri görülmeyen bir olay olmuşturTiflis bilim adamlarının önayak olması ile işgalci Gürcistan askeri ve sivil yönetimi Suhum’da hiçbir askeri gereksinim olmaksızın, cephe hattına uzakta, işgal altındaki kentin merkezinde benzeri görülmemiş barbarca bir suç işlemiştir… 22 Ekim 1992’de gündüz saat dörtte Gürcü askerleri eşzamanlı olarak Suhum’da iki binayı – Abhaz Devlet Arşivi ve Abhaz Sosyal Bilimler Enstitüsünü ateşe vermiştir. Birkaç gün içerisinde her iki bina küle dönmüştür! İşlenen bu suçun insanlık tarihinde emsali olmadığından, olayın nasıl geliştiğini okurlara ayrıntılı anlatmak isteriz.

Gürcü işgal yönetimin temsilcilerinin önceki gün, 22 Ekim’de kundaklama amacıyla yakıt dolu bidonları devlet arşivi, devlet tiyatrosu, devlet müzesi ve Abhaz Enstitüsü’nün binasına götürdüklerini gören tanıkları vardır.

Fakat devlet tiyatrosu ve devlet müzesi binaları iki Gürcü’nün ısrarı üzerine kurtulmuştur. Bunlardan biri olan aktör Djayani, kundakçıları tiyatro binasının yakılmasına gerek kalmadığına, zira Abhaz oyuncuların Gudauta’ya kaçtıklarına, tiyatroda sadece Gürcülerin kaldığına ve Abhazların bir daha asla geri dönmeyeceklerine ikna etmiştir. Müze binasını ise, Djayani gibi işgal rejiminin yöneticileri üzerinde etkili Ahalaya isimli bir Gürcü’nün yaşadığı evin bitişiğinde olması kurtarmıştır. Ahalaya, müze binası ateşe verilir ise, yaşadığı binanın da yanacağı gerekçesiyle ikna etmeyi başarmıştır.

Gürcistan Devlet Şurası ordusunun Suhum kentini iki aylık işgalinden sonra 22 Ekim 1992’de devlet arşivi ve enstitü binasının çevresinde silahlı askerler, üst rütbeli subaylar ve sivil bürokratlar toplanmıştır. Eşzamanlı komutla askerler iki binaya girmiş ve ateşe vermiştir. Duman ve alevler yükseldikçe, halk yanan binaların yakınında toplanarak, öfkelerini dile getirmeye başlamıştır. Askerler öfkeli insanları dağıtmak için ateş açmıştır. Örneğin enstitü binasının önünde müze çalışanı (arkeolog) Nikolay Şenkao’yu yaralamıştır.

Devlet arşivi binası ise çevresindeki semt sakinlerinin gücüyle söndürülmüştür. Durumdan haberdar olan Gürcü komutası yangın yerine askerlerini döndürmüş ve enstitü önündeki gibi silahlardan ateş açarak kalabalığı dağıtmıştır. Devlet arşivinin küllerinde özel olarak görevlendirilen askerler uzun demir yangın kancasıyla külleri karıştırarak, tek bir arşiv sayfasının kalmamasını kontrol etmiştir. Gürcü askerleri, üstlerinin belirlediği utanç verici görevi yerine getirmiş, birkaç gün içerisinde işgal altındaki Suhum’da, cephe gerisinde, savaş hattından uzakta iki önemli bina küle çevrilmiştir!

Söz açılmışken, binaların yakılmasından önce Suhum’da bulunduğumu ve gizlice enstitü binasının içine girmeye başardığımı belirtmek isterim. Gördüğüm tablo: Tüm kapılar kırılmış, kitap rafları delik-deşikti. Yerlerde boş kovanlar dağılmıştı. Aynı yerde boş içki şişeleri vardı. Vandallar barbarca eylem planını hayata geçirmelerini kutlamışlardı

Cephe hattının geçtiği Gumısta Nehri’ni geçmeyi başarınca, bu konuyu kaleme aldım ve yerel Abhaz Gazetesinde yayınladım.

Bu suçla ilgili bilgiye gelince, Gürcü propagandası her şeyi saptırmıştır. Tiflis ideoloji makinesi her zaman ustaca yaptığı gibi hızla ve küstahça tüm dünyaya bu bilim kurumlarının Abhazlar tarafından yakıldığını ilan etmiştir! Barbarca suçun işlenmesinden iki gün sonra Şevardnadze ve yabancı konukların katıldığı Gürcistan Parlamentosu’nun oturumunda Profesör Aleksidze “Abhazlar öyle delirmiş ki, Gürcülerin kesik başlarıyla futbol oynamakla kalmıyor, Gürcüleri suçlamak için kendi bilim kurumlarını ateşe veriyorlar” şeklinde beyanda bulunmuş ve eklemiştir: “Şükürler olsun, Abhazların bu vandallığını UNESCO dâhil olmak üzere dünya bilim merkezlerine zamanında bildirdik”.

Birincisi, bu binaların, özellikle Devlet arşivinin yangını üç gün daha devam ederken, Suhum’daki kundaklamadan sonra üçüncü günde dünyayı bilgilendirmeyi nasıl başardılar?

İkincisi, hiçbir Abhaz (işgalcilerin bazı işbirlikçileri, hizmetlileri hariç) her şey ve herkesin işgal kuvvetlerince kontrol edildiği sokaklarda serbest dolaşamıyor iken, Suhum’daki bilim binalarını Abhazlar nasıl yakabilmiştir? Bu bir şey değildir. Moskova’da yaşayan ve o dönemde “Drujba narodov” (Halkların dostluğu) dergisinin editörü olan (Rusça yazılar yazan) Gürcü yazar sözde “Abhazların Gürcü kökenli olduğunu kanıtlayan belgeler saklı olduğundan bilim kurumlarını Abhazların kendilerinin ateşe verdiği” yönünde söylenti yaymıştır. Hangisi daha küstahça bilmiyorum, bu tür konuşmalar mı yoksa bilim kurumlarının yakılması mı?

Ne yazık ki, bu barbarca suçtan Abhazya dışında herkes bihaberdir. Genel olarak insanlar bu tür olayların olabileceğini kesinlikle reddediyorlar. Burada şüphesiz Gürcülerin Abhazlar hakkında geniş kapsamda yaydıkları yalan büyük rol oynamıştır. Benim 2002 yılında davet edildiğim Rusya Federasyonu Bilimler Akademisi Etnoloji Enstitüsü’nün “Bölücülük ve Federalizm” bölümünde başıma gelen olay bunun bir kanıtıdır. Konuşma sırası bana geldiğinde, 22 Ekim 1992’de savaş sırasında Gürcü işgalcilerin yaktığı enstitüyü temsil ettiğimi belirttim. Katılımcılardan birçoğu sözlerimi Gürcü halkına haksız hakaret olarak algıladı. Enstitü müdürü V.Tişkov’un isteği üzerine otoriter bir bilim adamı beni utandırdı ve şöyle dedi: “Siz Abhazlar, yaydığınız bu tür masallara inanılacağını mı düşünüyorsunuz? Çünkü Gürcülerin bilimsel yapıları yakmadığını biz biliyoruz”. Ne yapacağımı şaşırmıştım ve enstitümüzün eksi çalışanı (Gürcü), çalışmasını Etnoloji Enstitüsünde sürdüren G.P.Lejava’ya dönerek sordum: “Georgiy Platonoviç, siz de benim yalan söylediğimi düşünüyorsunuz, enstitü yakıldığında siz orada çalışıyordunuz ya?”. “Haklısınız Ermolay, ben de aynısını anlatıyorum, ama bana da inanmıyorlar” diye cevapladı. Bu durumda ne yapılmalı? UNESCO’ya kadar yayılan yalan başarılı olmuştu. Dünya tarihinde eşi benzeri olmayan suç işlenmiştir, ancak M.Ö. 356 yılında Herastratos‘un Artemis Tapınağı’nı yakması, Gürcü işgalcilerin eylemleri ile aynı kefeye konulabilir!

Abhaz halkına onarılamaz zarar verilmiştir! En azından Abhazya’nın Rusya ile birleşmesinden (1810) XX. yüzyılın 70’li yıllarının sonuna kadar döneme ait milyonlarca sayfa eşsiz, kopyaları bulunmayan tarihi-belgesel evraklar küle dönüşmüş ve yok olmuştur. Arşivde Abhazya’nın yanı sıra Kuzey Kafkasya, Gürcistan, Rusya, Türkiye vs ile ilgili eşsiz belgeler toplanmıştı. Bu vandalist eylemin sonucunda sadece araştırmacı tarihçiler değil, ayrıca yaşamlarının herhangi bir olgusunu kanıtlayabilecek Abhaz halkı mağdur olmuştur. Bilim insanları ise arşiv belgelerinden yararlanma olanağından mahrum bırakılmış ve bu onlar için gerçek bir felâket olmuştur.

Savaştan önce Abhazya’da Hıristiyanlık tarihi üzerine araştırmalarla uğraşıyordum ve dolayısıyla defalarca Abhazya devlet arşivinde çalıştım. Hatırlıyorum, birkaç büyük oda tavana kadar sadece din tarihi üzerine sayısız belgelerle doluydu. Pek çok diğer kaynaklar da vardı! Abhaz Enstitüsü’nün binasında da etnograflar, tarihçiler, arkeologların sayısız saha keşifleri belgeleri, özellikle neşredilmemiş monografiler, ayrıca makaleler, raporlama kitapları vs vardı. Enstitüde çalışmış birçok bilim adamının bu olaya kayıtsız kalmalarına ve aydın kesimi tarafından makul tepkinin olmamasına öfkeliyim. Bu suçun tüm ağırlığının ve sonuçlarının onarılamaz olduğunu tam idrak edememişler olsa gerek. Hâlbuki biz, Abhazlar şu anda dünyada arşivi olmayan tek millet durumundayız. Ne yazık ki, günümüze kadar bu vahşi suçun incelemesi yapılmamış ve dahası bilim adamlarımızdan (özellikle enstitünün eski çalışanlarından) hiç kimse konuyla ilgili özel makale yazmamıştır! Abhazya Devlet Arşivi’nin eski müdürü Nikolay İonidi ile görüşmek için Abhazya’ya gelen Batılı bilim adamı Tomas Deveau’ya müteşekkiriz. Görüşme sonuçları üzerine “Abhazya arşivi: Savaşın ateşi, tarihin külü” başlıklı makale yazıp, yayınlamıştır.

Suhum’un işgalinin kaldırılmasından sonra defalarca yakılmış binalara gittim ve gözyaşlarıyla tarihimin küllerine baktım ve acı içinde bu korkunç suçun dünyaya nasıl anlatılacağını düşündüm. Ressam Vereşagin’in insan kafataslarından sivri uçlu tepenin resmedildiği “Savaşın tanrılaştırılması” isimli ünlü bir tablosu vardır. Bu tabloya benzer şekilde yakılmış devlet arşivinin bodrum odalarından birinde, odanın ortasında külden piramit yaptım ve fotoğrafçı (İçişleri Bakanlığı çalışanını) getirdim ve Devlet arşivi çalışanları ile birlikte çekimler yaptık. Ne yazık ki fotoğrafların negatifleri hala elime geçmedi. Arşiv külünü küçük selofan torbalara doldurdum ve Abhazca, Rusça ve İngilizce “Gürcü Vandalların yaktığı Abhaz arşivinin külü” yazısı ile çeşitli müzelere dağıttım. Pol Garb ve Marger Faare vasıtasıyla bir kısmını ABD’ye gönderdim. Bilim merkezlerinin yakılması üzerine farklı gazetelere “Vandalizm”, “Abhaz biliminin Hatin’i”, “Şovenizm veya Vandalizm”, “Abhaz biliminin soykırımı” başlıklı makaleler ve “Abhazya’nın kabul edilmesi ve uluslararası hukuk” (Kursk 2008) makalesinde yazdım. Konuyla ilgili “Abhaz reçonquista (Hıristiyanların Müslümanları ortadan kaldırma çabaları – G.S) ve uluslararası hukuk” kitabımda yazdım. Bu konuda “Bilgi kuşatması üzerine” başlıklı bilimsel makalem (V.Ş.Hagba tarafından organize edilen) uluslararası seminer bülteninde Rusça ve İngilizce yayınlanmıştır.

Bu olayı kimin nasıl algıladığını bilemiyorum, fakat benim, bir Abhaz olarak kemiğime kadar işlendi. Abhazya Cumhuriyet Savcılığı’nın ceza davası açması gerektiğini ve bu suçla ilgili ayrıntılı incelemenin yapılması gerektiğini her yerde dile getirdim ve defalarca yazdım. Ne yazık ki aydınlarımız sözlerime ve makalelerime tepkisiz kaldılar. 2006 yılında Abhazya Cumhuriyet Savcılığı’na dava dilekçesi verdim. Dilekçemin metni uluslararası hukuk belgelerine dayandırılmıştı. Bilhassa şöyle belirttim: “Küresel bilgi toplumu,  uygarlığın temelidir. Bilgiye erişim, bilimin, siyasetin, eğitimin, hukukun, üretimin vs gelişmesinin mümkün olmadığı ve düşünülemeyeceği genel insani bir nimettir. Dolayısıyla günümüzde ilerlemenin temeli olarak bilişim ve iletişim teknolojileri (BİT) kabul edilmektedir. Kaldı ki UNESCO’nun temel programı “Herkes için bilgi”, Okinawa şartı ve diğer uluslararası belgeler, bilgiye erişimin insan haklarının temel taşı olduğunu belirtmektedir. Fakat biz, Abhazya’nın bilim insanları-sosyal bilimciler, milli arşivimizin 1992 yılında maksatlı olarak düşmanlarca yakılmasından dolayı ülkemizin tarihi, kültürü ve yaşam tarzı ile ilgili arşiv bilgilerinden mahrum bırakıldık. Ve özellikle biz, Abhaz bilim adamları- sosyal bilimcileri halkımızın tarihi ve yakın geçmişi ile ilgili kapsamlı bilgileri içeren yeri doldurulamayacak arşiv belgelerinin yokluğunu herkesten çok daha fazla acıyla hissediyoruz…”. Benim mektubumdan sonra söz konusu ceza suçunun incelemesi yeniden ele alınmıştır. Fakat bir süre sonra inceleme durdurulmuştur. 2008 Tshinval olaylarından sonra tekrar ülkenin Cumhuriyet Savcılığına başvurdum ve bu kundaklamanın suçlularının aranması, tespit edilmesi ve cezalandırılması için yardım istemiyle Rusya Federasyonu savcılığına başvurması talebinde bulundum. Fakat maalesef hala bir ilerleme kaydedilmedi! Bildiğim kadarıyla Abhazya Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu savcılıkları arasında ağır suçların ortak araştırılması ile ilgili sözleşme akdedilmiştir. Bu suçun Rus-Abhaz ortak araştırmasının Rusya Federasyonu lehine de olacağı kanaatindeyim, zira Gürcüler bugün tüm dünyaya sözde “Rusların Abhazya’yı sömürmek için kabul ettiğini” vs yaymaktadır. Konuyla ilgili mahkeme kararı ise tüm dünyaya Gürcistan’ın gerçek yüzünü gösterirdi. Bu ise Abhazya’nın uluslararası toplum, özellikle Birleşmiş Milletler tarafından kabul sürecini hızlandırırdı. Konu şu ki, özellikle BM’de Abhazya’daki olaylarla ilgili resmi bilgiler çok azdır. Bu durum Gürcistan’ın yalan bilgi endüstrisinin şimdilik dünyanın bilgi alanında hâkim olmasından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki Abhazya bu konuda halen hiçbir adım atmamaktadır. Bu arada belirtmek isterim ki, bir ülke için bilgi güvenliği devletin ekonomik veya diğer güvenliğinden bile daha önemlidir.

Aydın kesimimizin ve bilhassa hükümetimizin bu suçun halkımız ve devletimiz için ağırlık derecesini idrak etmeleri gerektiği kanaatindeyim. Ve en önemlisi, bu suçun kesinlikle (tercihen uluslararası mahkemece) kınanması gerekmektedir. Ayrıca zaman aşımı bu konuda engel olmamalı, çünkü genel insanlık suçu işlenmiştir. Kısacası bu suçun hala kınanmamış olması çok şaşırtıcıdır! Yani insan bir kümesi yakar, hapisle cezalandırılır, ama burada devlet arşivi ve bilimsel araştırmalar enstitüsünün yakılmasından söz ediliyor. Kısacası her halükarda bu suç ile ilgili ceza tahkikatı gerekli inancındayım.       

Son söz olarak bir kez daha okurlarıma seslenmek ve Ekim 1992’de işgal altındaki Suhum’da gerçekte neler olup bittiği üzerine düşünmesini istiyorum. Gürcistan’ın bilim adamları-tarihçileri ve resmi çevrelerin bilinçli ortak kararı ile güpegündüz bir halkın arşivinin yakılması ve küle çevrilmesi üzerine düşünülmelidir. Böyle bir olay zihinlerde bile canlandırılabilir mi? Bilgisi olmayan okurun aklında şu soru oluşur: gerçekten böyle bir durum yaşanmış olabilir mi? Demek ki bu suçun özenli bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Ayrıca bu olayın Rusya Cumhuriyet Savcılığı ile ortak (mümkün mertebe uluslararası tahkikat kurumları üzerinden) yürütülmesi ve kamu önünde kınanması gerekmektedir. Bu ise Rusya Federasyonu’nun Abhazya’yı kabulü için fiilen destek sağlayacaktır. Suç kanıtlanır ise, elbette uluslararası toplumun kaderiyle ilgili karar vericilerin gözleri açılacak ve Gürcü-Abhaz ilişkileri hakkında gerçekleri göreceklerdir. İşte o zaman Rusya’ya destek olmanın yanı sıra dünya toplumunun Abhazya’yı kabulünü hızlandıracaktı. Bunların yanı sıra bu suçun emsalsizliği ve küstahlığı dikkate alınarak 22 Ekim Abhazya biliminin soykırım günü ilan edilmeli, Suhum’da ise yakılmış enstitünün bulunduğu sahilde uygun anıtla birlikte “Bilim soykırımı parkı” açılmalıdır. Ve en önemlisi (mümkün mertebe) uluslararası mahkeme kararı ile Gürcistan’ın Abhazya’dan Tiflis, Kutaisi, Gelati ve diğer kentlerde bulunan tüm arşiv belgelerini (en azından kopyalarını) Abhazya’ya teslim etmesi hükmedilmelidir. Böylece bir nebze ülkenin milli arşivi yeniden oluşturulmuş olacaktır.

Ermolay Acincal, Abhazya Bilimler Akademisi

Yakılan Abhaz Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi  

 

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

E-Bülten Aboneliği