GENÇ KIZIN KADERİ BİRGÜL ÇUWA (ŞAHİN),

 



GENÇ KIZIN KADERİ BİRGÜL ÇUWA (ŞAHİN)

Bu isim o kadar çok şey ifade eder  ki...

Abhazya savaşına katılan herkes bu ismi çok sevdi, Birgül’ü bir kez görenin, onun güler yüzünü unutması mümkün değildi, tekrar ne zaman görüşebileceğiz diye hasretini çekerlerdi. Öyle bir kişiliği vardı ki, bunca şeye nasıl yetiştiğine şaşardınız. Siperde, hücumda, çatışmada, savaşın en kızgın yerinde, yaralıların tahliyesinde... Açıkçası her yerde karşınıza çıkabilirdi. Aman Allah'ım! Nasıl her yerde olabiliyor, gücü nasıl yetiyor bunca şeye? Diye şaşar kalırdınız.

Birgül, Ubıx kökenliydi ama ne yazık ki dilini bilmiyordu, sadece annesi Abhazların Kuadzba sülalesinden olduğundan biraz Abhazca konuşuyor, belki de kendisine daha kolay geldiğinden, insanlarla iletişim kurabilmek için hızla Rusça öğrenmeye çalışıyordu. Birgül, Abhaz ya da Ubıx diye kendisini ayrı konumlandırmıyordu. Çünkü o, her iki halkın zaten kardeş olduğunun ve aynı kökten geldiklerinin çoktan farkındaydı. “Abhazların kaderi de Ubıx’larınki gibi olmasın” derdindeydi sürekli...

Birgül, 27 Aralık 1958 yılında dünya’ya geldiğinde ailesi artık Adapazarı'na yerleşmişti. Bu yüzden eğitimini burada aldı, 1978 yılında burada evlendi ve canından çok sevdiği üç kızını, Ekim, Onur ve Ceren’i de burada dünya’ya getirdi. Mutlulukları gibi mutsuzluklarını da yine burada yaşadı, eşinden ayrıldı ve kızları ile birlikte baba evine geri döndü. Annesi, eşinden ve kardeşlerinden çok kol kanat germişti ona ve yavrularına, gözünden bile sakınıyordu hepsini. Ve o zamanlar, vatan savunmasını düşünmek için henüz çok erkendi...

1992 yılının Kasım ayında, Guma (Şroma) bölgesine keşif amaçlı bir harekât düzenlenmiş, aralarında Türkiye'den gelen gençlerin de bulunduğu tabur da bu harekâta katılmıştı. Ancak Birgül bu harekâta katılmak isteyince grubun komutanlığını yapan Şamil, daha önceden de rıza göstermediği gibi bu kez de kesin olarak bu isteği kabul etmedi. Çaresiz kalan Birgül, kendisi konuşmaya utandığından küçüklerinden rica etti ve onlar da gidip yaşça büyükleri olan Ersin Çkua’dan Şamil’le konuşup Birgül’ün kendileriyle birlikte harekata katılması için onay almasını istediler. Ersin, Şamil’in bunu kabul etmeyeceğini bildiğinden Birgül’le bir de kendisi konuşup vazgeçirmeye çalıştıysa da Birgül, “Siz götürmezseniz ben de tek başıma giderim” diye ağlamaya başlayınca komutanlar kendi aralarında görüşerek ilk kez aldıkları kararı çiğnediler ve Birgül’ün isteğine onay verdiler.  Ancak, o zamana kadar bırakın savaşı, silah sesini bile duymamış olan kız kardeşlerini nasıl korumaları gerektiğini de konuşmuşlardı aralarında...

Haberi alan Birgül sevinçten havalar uçmuştu, savaşa gidiyor olduğu için seviniyordu... 3-4 Kasım günleri Guma saldırısında askerlerimizden çok sayıda yaralı ve şehit bulunuyordu. Birgül, gördüklerinden dolayı şok içerisindeydi, ancak güçlü olması gerektiğini de çok iyi biliyordu. Bu yüzden elinden geldiğince yaralıların hizmetine koşarak ilk şaşkınlığını üzerinden atmaya çalıştı ve kısa süre sonra artık savaşa alışmış olduğunu da fark etmekte gecikmedi.

19 Kasım günü tabur bu kez Abhazya’nın doğu cephesine gitme hazırlıkları yapıyordu. Birgül o tarafa da gitme isteğini dillendirince yine Şamil’in kesin itirazıyla karşılaştı. Zaten gruptaki herkes, kendisinden kalmasını istemekteydiler. Grup, hareket saati gelince tüm silahlarıyla birlikte helikoptere binerek Tkuarçal’a doğru hareket ettiğinde Birgül çaresiz Gudauta’da kalmıştı. Gruptakiler, Tkuarçal’a gidip geceyi geçirecekleri mekana girdiklerinde gördükleri karşısında gözlerine inanamadılar, çünkü Birgül karşılarında durmaktaydı. Ne yapmış etmiş, arkalarından havalanan ilaç ve yiyecek getiren helikoptere binmeyi başarmıştı. “Kardeşlerime ne olacaksa bana da o olsun!” diyor, buna göre hareket ediyordu Birgül... Koçara köyü operasyonuna grupla birlikte katılıp, daha sonra yine grupla birlikte Gudauta’ya geri döndü ve savaşın bitişine dek Gumısta cephesindeki bütün saldırılarda yer almaktan da geri durmadı. Savaş sonrası bir süreliğine de olsa Türkiye’ye ailesinin yanına gitti, çünkü hepsi burnunda tütüyordu.

Abhazya’ya geri dönerken bir dahaki gelişinde kendisiyle birlikte döneceklerini söyleyen ailesini almak üzere 1994 yılı yazında tekrar Türkiye’ye geldi ve bu kez Annesi ve kızlarıyla birlikte Abhazya’ya gelerek Ldzaa köyündeki evlerine yerleşti. Büyük kızı Ekim “Alamıs”  ekibinde dans ediyor, Onur, üniversitede İngiliz dili ve edebiyatı okuyordu, küçük Ceren ise Ldzaa köyü ilköğretim okuluna devam etmekteydi. Birgül, ev işlerine dört elle sarılıp, kendi görevleri dışında diğer tüm işleri de adeta bir erkek gibi yerine getirmeye çabalıyordu. Annesi ve kızları da vatanlarını çok sevmişler mutluluk içinde yaşamaktaydılar. Ancak her mutluluk gibi bu da uzun sürmedi. BDT ülkelerinin Abhazya’ya uygulamaya başladığı amansız siyasi ve ekonomik ambargo kimseye nefes aldırmıyor, en çok da Birgül gibi Abhazya’ya yeni yerleşenlerin belini kıran bir hal alıyordu. Hem devlet, hem de vatandaşlar büyük bir darboğaz içerisinde çırpınmaktaydılar. Bir gün annesi Birgül’ü çağırarak, Türkiye’ye dönmek istediğini, en azından bu şekilde kendisini düşünmek zorunda kalmayacaklarını söyleyip Birgül’ü ve kızları ikna ederek geri döner. Ancak Abhazya’da durum daha da kötüleşmektedir. Bir yıl kadar sonra 1996 yılında Moskova’da bulunan yakın bir arkadaşının önerisiyle o tarafa geçer ve çalışmaya başlar, kızları ise okullarına devam etmektedirler. Artık kendileri gibi Rusya’da iş bulup çalışmaya gelen soydaşlarıyla sık sık bir araya geliyor ve vatan hasretini bu şekilde gidermeye çalışıyordu. Eşi dostu sayesinde ise yalnızlık çekmiyor, işlerinden arta kalan zamanlarında ise boş oturmadan “Çerkes dünyası” isimli derginin yayına hazırlanması için çabalıyordu.

İki yıl kadar bu şekilde yaşadıktan sonra Birgül’de sağlık sorunları baş göstermeye başladı. Bir süre hastanede yatarak, kalp hastalığını tedavi etmeye çalıştıysa da artık eskisi gibi değildi. Bu arada Rusya’da ekonomik bir krize girmiş, önce ağır bir enflasyon ve ardından da şirket iflasları peş peşe gelince Birgül’ün çalıştığı işyeri de krize teslim olmuştu. Ancak o her şeye rağmen yaşam mücadelesine devam etmektedir. 1999 yılı 17 şubat günü, kızları dışarıda olduğundan evde yalnızdı. Eve ilk gelen küçük kızı Ceren, zili uzun uzun çalmasına rağmen cevap alamıyordu. Sonunda kapıyı açıp içeri giren Ceren, önce evde kimsenin olmadığını zannetti, ancak daha sonra annesinin yattığı odaya geçtiğinde ise acı gerçekle yüz yüze gelecekti. Canından çok sevdiği annesi çoktan ruhunu teslim etmişti...

Moskova’da yaşayanlardan onu tanıyan herkes, bir araya gelerek Birgül’ü son yolculuğuna uğurladılar. Kızları ve o sıralar Moskova’da çalışan Sezai Papba, Birgül’ün  naaşını uçakla Türkiye’ye getirdiler. (O sıralar Abhazya ambargo altında olduğundan o tarafa götürmek mümkün değildi) Birgül, dedelerinin de defnedildiği Şahinbey köy camiinin avlusundaki aile mezarlığına defnedildi.

Türkiye, Abhazya ve Rusya’da çok sayıda dostları olan bu güzel insan, çok erken bir zamanda aramızdan adeta uçup gitmişti. Ancak Abhazya Birgül’ü hiçbir zaman unutmuyor, onun gülen gözleri ve her daim yüzünden eksik olmayan tebessümü, her dem hepimizin gözleri önünde. Yaşamayı daha çok hak eden kahramanların erken ölümlerinin buruk acısı ise hep yüreğimizde...

Leon madalyası sahibi olan Birgül, Abhaz halkının hafızasında çoktan unutulmazlar arasında yerini aldı.

Absadgil Agueysıbjı (Yurdun Sesi) Gazetesi

8.Sayısından...

Mekanın Cennet Olsun İnşallah Atsanba Özen Sanbay

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

E-Bülten Aboneliği